Değeri Yüceltmek
Yıllar önce bir seminere katılmıştım. Seminerin konuşmacısı, katılımcılardan ellerine bir kâğıt kalem alıp şöyle yazmalarını istemişti : “Ben değerliyim”
Katılımcıların genelinde hoş bir tebessümün oluştuğunu ve ekseriyetle bu çalışmanın anlamlı bulunduğunu hissettiğimi hatırlıyorum. Sonra konuşmacı devam etti : “Şimdi de kâğıda şunu yazmanızı istiyorum: Ben ÇOK Değerliyim.“
Buna gerek var mıydı bilmiyorum. Bunun ilk yazdığımızdan ne farkı vardı ki? Bir insan değerliyse, bu değer belli bir miktarı mı ifade eder? Bunun azı, çoğu var mıdır? Az âşık olmak, çok âşık olmak gibi… Âşıksınızdır ya da değilsinizdir. Değerlisinizdir ya da değilsinizdir ya da daha doğrusu kendinizi değerli bulmuyorsunuzdur. Burada eklenen “çok” kelimesi değerimizin miktarını artırmaktan ziyade sanki kendimizi inandırma çabasına hizmet ediyor gibiydi : “ama gerçekten değerliyim…”
Yine de konuşmacının istediğini yerine getirdim ve kâğıda “ben çok değerliyim” yazdım. “Çok” kelimesini eklediğimiz andan itibaren bir karşılaştırmalar dünyasına girdiğimizi ve bundan yavaş yavaş rahatsızlık duymaya başladığımı hatırlıyorum.
Ki beklenen şey için çok da fazla zaman geçmesi gerekmedi. Konuşmacı yüzündeki gülümsemeyi daha da büyüterek devam etti : “Son olarak şimdi de kâğıda şunu yazmanızı istiyorum: Ben HER ŞEYDEN ÇOK Değerliyim.”
Bunu yazamam… Bunu yazmak ya da düşünmek, beni daha değerli kılmaz. Değerimi ifade ederken bunu diğerlerini değersizleştirerek yapmaya inanmıyorum. Benden daha değerli şeyler olduğunda değersizleşeceğime ya da bir şeyin değerli olabilmesi için hiçbir şeyin onun kadar değer ifade etmemesi gerektiğine inanmıyorum. Değerin bu olduğuna inanmıyorum… Ve yazamadım.
Değeri, kıyaslamalar yaparak belirlemek… Bir şeyin karşılaştırmalar olmadan, kendi içinde, kendi başına ve sadece kendi olarak değer ifade edememesi. Bizim değerimizin diğerlerinin değersizleştirilmesine olan gebeliği…

Konuşmacı, belki de katılımcıların öz benlik algılarını geliştirmeye ya da kendilerine duydukları özgüven ve özsaygıyı artırmaya çalışıyordu ama acaba bir an olsun “değer”in ne olduğu üzerine durup düşünmüş müydü? Her varlığı, böyle bir takım karşılaştırmalar içine sokarak kendi başına sahip olduğu değeri ne kadar sübjektif hâle getirdiğinin farkında mıydı? Sırf kendimizi daha değerli hissetmek uğruna diğerlerinin kendi değerlerine erişmelerine izin vermeyecek şekilde değerler dünyasını bir karmaşanın içine terk edebilir miydik?
-
Senin için ne kadar değerliyim?
-
Çok değerlisin…
-
Peki, ailenden daha değerli miyim?
-
… ?!?
-
Peki, hayallerinden daha değerli miyim?
-
Yani benim için onlar da değerli elbette.
-
Sanırım bana değer verdiğini söylemekte zorlanıyorsun. Bu belki de bana değer vermediğin içindir.
Değer bulamadığını hisseden acaba değer vermeyi biliyor mu? Kendi değerine dair kuşkusu, diğer her şeyi değersizleştirirken bunu dilenmekten ne zaman vazgeçecek? Ne zaman kendi değerini kendi yalnızlığında takdir edebilecek ve ne zaman hiçbir karşılık beklemeden ve görmeden de bir başkasının değerini takdir edebilecek.
Her varlık, taşıdığı öz ya da cevher nedeniyle değerlidir. Eğer ona bir eşya gibi yaklaşmayı bırakır, onu beklentilerin ya da koşulların dar kalıplarına sokmaktan vazgeçer, karşılaştırmaların şiddetine maruz bırakmazsak kendi gerçek değerini takdir edebiliriz. Her birimiz bir yaşam yoluna sahibiz. Öğrenecek, duyumsayacak ve deneyimleyeceğiz. Anlayacak, tanıyacak ve keşfedeceğiz. Yaşam yolumuzu ve iç varlığımızı adım adım gerçekleştireceğiz. O sebeple her birimiz, küçük de olsa büyük de olsa kaderimizin önemini algılamak durumundayız.
İçinde yaşadığımız dünyada kıyaslamalar yapmadan hiçbir şeyin ve hatta kendimizin bile değerini takdir edemez hâle geldik, getirildik ve şimdi kendi değerimiz için dileniyor ya da bizi daha değerli gösterecek kıyafetler, unvanlar ya da zenginliklerin peşinde durmaksızın koşuyoruz. Hiçbiri yetmiyor çünkü tüm daha büyük olasılıkları, içimizdeki değersizlik duygusunun yarattığı boşluğu doldurmak için talep ediyoruz. Durup içeriye bakmaya zamanımız yok. Onlar olmadan ne kadar değerli olduğumuzu kendimize sorabilmek için cesaretimiz yok.
Oysa değerli olan, yaşamın yoludur. Özlemle geçmişe takılıp kalmak ya da bekleyişle geleceğe tutunmak anları değersizleştirmek değil mi? Hangisinin güzel olduğunu belirlemek için çiçekleri kıyaslamak şiddet değil mi? Oysa bilgelik, yaşamın tüm anlamının içinde bulunduğumuz anda yaşayandan ibaret olduğunu bilebilmektir. Ayrım yapmadan yaşamın yürüdüğü tüm varlıkları, yolları ve anları sevgiyle kucaklayabilmektir.
Doğu’da derler ki, sıradan bir adam ormanda yürüyen Buda’yı görürse ne der : “sıradan bir adam.” Peki, Buda, ormanda yürüyen sıradan bir adamı görürse ne der? : “Bir Buda”
Ne gördüğümüz, nereye baktığımızla ilgilidir ve değerin; katalogların, görüntülerin ya da sözcüklerin içinde aranamayacağı açıktır. Onu her varlığın iç dünyasına bakarak bulabiliriz, kendimizde ve başkalarında… Gerçek ve sağlıklı bir değer anlayışına sahip olan biri de bir başka varlığın değerini çok daha kolay takdir edebilir. Kimileri de kendi değerlerini böyle yüceltirler, başkalarının değerini takdir ederek ya da onlara verdikleri değer nedeniyle iç bahçelerinin en nadide çiçeklerini diğerlerine sunarak…
Kemal KARADAYI