Kırılganlığı Yenmek
Neden bahsettiğimizi anlamanın en iyi yolu o şeyin tanımını kavramsal olarak zihnimizde oturtmaktır, bu nedenle yazıma kırılganlığın tanımını yaparak başlamak istiyorum.
Türk Dil Kurumu “kırılgan” kelimesini “kolay ve çabuk kırılan” , “kolay ve çabuk gücenen” olarak, kırılganlık kelimesini ise “kırılgan olma durumu” olarak tanımlar.
Latin dillerine baktığımızda kırılganlık yani “vulnerability” Latince kökeni “yara” anlamına gelen “vulnus” kelimesinden türer ve “insanda ortaya çıkan acı çekme kapasitesi” olarak tanımlanabilir.
Yara kökünden devam edersek “kırılganlık” kelimesini “yaralanabilirlik” olarak da tanımlayabiliriz.
Kırılgan olmak, “zarara, yaralanmaya, başarısızlığa veya kötüye kullanıma karşı hassas” olmaktır. İnsani bir durumdur, insani bir duygudur, insani bir davranıştır. Kişiliğe, yaşa, cinsiyete, sosyal statüye, bedensel ya da duygusal güce ve daha sıralayabileceğim pek çok etkene göre değişiklik gösterebilir ama insanidir.
Günümüzde bu konuya farklı bakış açılarından pek çok yaklaşım var, kimilerine göre kırılganlık son derece doğal, insani bir duygu; kimine göre ise bir zayıflık. Tıp kavramları arasında kırılganlık sendromu diye isim verilmiş bir hastalık bile var.
Peki, felsefi olarak bu duruma nasıl yaklaşabiliriz? Kırılganlık üstesinden gelmemiz gereken bir durum mu? Kırılganlık konusunda zorlanıyor muyuz? Bu konuda yalnız mıyız?
İnsan sadece fizik bir yapıdan oluşmuyor, bunun yanı sıra insan olarak sahip olduğumuz yaşamsal enerjimiz yani pranamız, duygularımız, zihnimiz ve hatta ruhumuz var. Eğer “kırılmak” fiilinden bahsediyorsak kırılan şey herhangi bir kemiğimiz olabilir ya da duygumuz veya fikirlerimiz. Yasa soyut veya somut tüm planlarda etki gösterir.
Benim bugün üzerinde daha fazla durmak istediğim konu psişeye ait yani duygulara ve zihne ait kırılganlıklar ve bunlarla baş etme yolları…
Hepimizin insan olduğunu ve hepimizin insani duygulara ve düşüncelere yani bunlardan biri olan “kırılganlığa” sahip olduğumuzu düşünerek sorulması gereken ilk sorunun “Neden?” olduğunu düşünüyorum. “Neden kırılıyoruz?” “Neden benim canımı acıtıyor?” “Bu yaranın kökeninde ne var?”
Elbette nedenler kişilere göre değişkenlik gösterecektir, burada benim de tecrübe ettiğim, yüzleştiğim bazı nedenler sıralayacağım;
-
Kişiselleştirmek: Her şeyin benimle ilgili olduğuna inanmak, alınganlık, aşırı hassasiyet. Günlük hayatımızda kullandığımız “buluttan nem kapmak” deyiminde olduğu gibi.
-
Değersizlik duygusu: Yetersizlik hissi, güven eksiliği.
-
Beklentiler: İyi davranılmasını beklemek, sevilmeyi beklemek, onaylanmayı beklemek…
-
Kibir: ‘Bunu benim gibi mükemmel bir insana nasıl yapar?’ ‘Ben bunları hakkedecek hiçbir şey yapmadım’ düşüncelerine kapılmak.
-
Korku: Başarısız olma korkusu, sevilmeme korkusu, onaylanmama korkusu, eleştirilme korkusu, reddedilme korkusu ve daha nicelerini sayabileceğimiz korkular.

Söylediğim gibi daha nice nedenler sıralayabiliriz.
Peki kırıldığımızda ya da kırılganlıkla baş edemediğimizde nasıl tepki veriyoruz?
Bu konuyla ilgili araştırma yaparken Brene Brown’un “Kırılganlığın Gücü” isimli popüler Tedx konuşmasıyla karşılaştım. Brown yıllarca yaptığı araştırmalardan bahsederken kırılganlıkla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Kırılganlık utancın, korkunun ve değerli olma mücadelemizin özü ama aynı zamanda neşenin, yaratıcılığın, ait olmanın, sevginin de doğum yeri.”
Mevlâna diyor ki; “kalbim kırılır diye üzülme, çünkü ışık o kırıklardan içeri girecek.” Eğer kırılganlıklarımızı dönüştürebiliyorsak, onlar bizim en güçlü yanlarımız olacak ve hayat mücadelesinde bize yardımcı bir erdem olarak var olacak.
Öyleyse bu bizim kırılganlığa nasıl tepki verdiğimizle onu nasıl yönettiğimizle ilgili.
Kırılganlıkla ilgili söylediği diğer çarpıcı şey kırılganlığı uyuşturmak… Evet, bu bizim bu duruma verdiğimiz tepkilerden biri. Oldukça kırılgan bir dünyada yaşıyoruz. Her an işimizi kaybedebiliriz ve bu bizi kırar, her an terk edilebilir ya da sevdiğimiz birini kaybedebiliriz ve bu bizi yaralar her an birinden yardım isteyebiliriz ve o kişi tarafından reddedilebilir ve bu bizi üzer vb. Peki, böyle bir durumla karşılaştığımızda yani geri çevrildiğimizde, beklentilerimiz karşılanmadığında, onaylanmadığımızda, reddedildiğimizde ne tepki veriyoruz?
Brown yıllarca süren araştırmalarına dayanarak diyor ki “bununla baş etmenin yollarından biri onu uyuşturmak. Bu duyguyu uyuşturmak için kredi kartlarına başvuruyoruz, yemeğe başvuruyoruz, ilaçlara ya da bağımlılıklara başvuruyoruz. Ama duygu seçici bir şekilde uyuşturulamıyor, kırılganlık, korku, utanç kötü bir şey ve ben bunları hissetmek istemiyorum, bunları uyuşturacağım ama diğer duygular iyi ve ben bunlarla yola devam edeceğim, bu mümkün değil. Bunları uyuşturduğumuzda neşeyi, minnettarlığı, mutluluğu da uyuşturuyoruz, amaçlarımızı ve anlamlarımızı yitiriyoruz ve bu bir kısır döngüye dönüşüyor.”
Peki, bütün bunlarla nasıl baş edeceğiz, neye ihtiyacımız var?
-
Kırılganlığı iyi veya kötü, zayıflık ya da güç olarak değil, insani bir durum diye tanımlamaya,
-
Kırılganlıklarımızı tanımaya, nedenlerini bulmaya ve karşılaştığımız nedenlerle yüzleşmeye, bunu gerçekleştirebilmek için cesarete,
-
İçtenliğe, alçak gönüllülüğe ve neşeye,
-
Bencilliğe son verip diğerlerinin farkında olmaya ve beraberinde cömertliğe,
-
Ben böyleyim, beni böyle kabul edin dememeye,
-
Minnettar olmaya, şükretmeye,
-
Beklentileri azaltmaya,
-
Kendimizi tanımaya…
Sadece kırılganlık için değil hayatta zorlandığımız her anda Zümrüdü Anka’nın güçlü imgesinin bizimle olmasını diliyorum.
Küllerimizden yeniden doğmaya…
“Zorluklardan yıldızlara…”
Gülcan GELERLİ YAZICI