FELSEFE ve EĞİTİM
Konuşmacı: Elif Öztürk
İnsanoğlu her şeyi basamaklandırmak, tanımlamak ve bir isim ile onu nitelendirmek ister. Nesnel olabilme adına niceliği ölçmek, sonuçlar almak ve kendi belirlediği kriterler doğrultusunda ilerleme kat etmek ister.
Ölçülemeyen şeyler, insan için bilinmezdir. Eğitimsel Süreçlerin bilincimizde yaratabileceği değişimler insan için bilinmezdir. İnsanın gerçek potansiyeli insan için bilinmezdir. Bu sebeple de yeterince kapsayıcı bir ölçütte dikkate alınmazlar, ölçme ve değerlendirmelerin ve sonuçların dışında tutulurlar.
Eğitime olan yaklaşımımız: TANIMLAYAN ve SINIR KOYAN niteliktedir.
«Standart örgün eğitim, planlı biçimde, belirli zaman dilimleri içinde, belirli bir mekânda ve belirli bir müfredata göre yapılır. Bu belirlenmişlik içinde farklı potansiyelleri ortaya çıkarmak mümkün değildir, ancak «belirli» potansiyeller hedeflenmiş, insanların birbirinden farklı özellikleri ve durumları elenmiştir. İnsanı yoğurulmaya hazır bir hamur olarak gören, onu başta pasif bir potansiyel olarak kurgulayan bu görüşün özünde işlevsellik ve Dünya Bankası’nın ifadesiyle verimlilik yatar.» 185, Cogito sayı 108, 2022
“Eğitim, bir dayanışma, yan yana öğrenme ortamı olmak yerine, ekonomik özgürlük için diploma edinme sürecine indirgendiği ölçüde öğrenciler de dayanışmak yerine birbirleriyle rekabet etmek zorunda kalıyor” Mehmet barış Albayrak, Cogito sayı 108, 2022
Bu eğitim tarzı pedagojik değildir. Ancak güncel, toplumsal bir sahip olma bilinç durumunun göstergesidir.
Eğitimi bu işlevsellik ve verimlilik tutumundan, rekabet bilincinden çıkarmak istiyoruz. İnsanı yeniden sistemlerin bir nesnesi değil, öznesi, aktif bir başrol oyuncusu konumuna yükseltmek istiyoruz.
Eğitim “educare” kökünden gelir; “içeriden doğurtmak” demektir. Bilgileri, içsel olandan çıkarmak ve yaşamsal kılmak… İçselleştirmek… Kelimeleri söylemek, sınavda depolanan bilgiyi ölçmek değil, yeni bir bilişsel paradigma yaratmak gereklidir.
Bu paradigma,
Yaşamı kapsamlıdır.
Platon’un mağara mitosuna da referansla, felsefi benliği gömülü toprağından çıkaracak ve aydınlığa götürecek araçlara sahip olmalıdır.
“Felsefi benlik, gündelik yaşamın merkezinde bulunan bilmeceler ve kullandığımız sıradan kavramların daha derin anlamları tarafından büyülenir ve bunları araştıran sorular sorma eğilimi vasıtasıyla kendini gösterir. “ 81, 63 Jana Mohr Lone ve Michael D. Burroughs, Eğitimde Felsefe
Carl Gustav Jung’un bahsettiği bireyselleşme, Benliğimize yolculuk, böyle bir yolculuktur.
Kimliği, rollerin ötesinde kavrama ve sahip olma değil, olma yolculuğu. Shakespeare “bütün dünya bir sahnedir” der. Kültürümüz içerisindeki gölge oyunları geleneği de bizlere bu mesajı verir. Yaşam sahnedir, gölgelerden ibarettir, ötesinde biz kimiz? Bir soğanı soymak gibi kendimizle çalışmaktır eğitim.
Role girmiş, kişilik özelliklerine sahip, kişilik ile özdeşik kişiyi, kendisi olmaya doğru açmak demektir.
Aristoteles’e referansla, bunun için mantığın bile ötesinde olanı kavramayı aramak gereklidir.
Sonuçlarla ölçülen bir gelişimsel değerlendirme aracı değil, sürecin her anını eğitimsel patikanın bir unsuru olarak değerlendirme kapasitesini çıkarmaktır ve süreçte kalmayı başarmaktır.
Erich Fromm, Sahip olmak ya da Olmak adlı kitabında der ki “Sahip olmak düşüncesine yönlendirilmiş öğrenciler, bir dersi dinlerlerken bir yandan anlatılan şeyler arasındaki mantıklı bağları yakalayarak anlamı kavramaya çalışırlarken, öte yandan da bütün anlatılanları defterlerine not ederek, gelecek sınavda başarılı olmayı amaçlarlar. Ama bu arada, anlatılan şeylerin içeriği üzerine pek düşünmez, ona karşı bir tavır almazlar. Böylelikle öğrendikleri şeyler, onların bir parçası haline gelmediği için, kişisel gelişimlerine ve evrimlerine hiçbir katkıda bulunmazlar. Bu öğrencilerin yaptıkları, duydukları ve hafızalarında sakladıkları teorileri yeri gelince eksiksiz ve katkısız olarak yinelemekten ibarettir, …Öğrencilerin tek amacı vardır: “Öğrenilmiş” olanı saklayıp tutabilmek.” (52)
Yine şöyle devam eder:
“Yaşama ‘olmak’ ilkesi açısından bakan öğrenciler içinse, öğrenme süreci bambaşka bir değer ve kalite taşır. Onlar bir derse boş bir zihinle (tabula rasa) ve hiçbir fikirleri olmadan girmezler. Dersin konusu üzerinde önceden düşünmüşlerdir ve belki de akıllarına takılan bazı sorular vardır. Yani öğrenecekleri şey ile bir hesaplaşma sürecine girmişlerdir ve bu konu onları ilgilendirmektedir. Ders sırasında anlatılanları yalnızca yakalayıp not etmekle kalmazlar. Dinlerler, ama pasif bir dinlemeden fark’ olarak, olaya aktif bir tepki gösterirler ve üretici biçimde yaklaşırlar. Dinleme eylemi, onlar için canlı bir süreçtir ve öğrenci, duydukları ile kendi bilgileri arasında paralellikler kurarak, kendi düşüncesini geliştirmeye yönelir. Kısaca, ders bitince elinde kalan, eve taşıyıp sonradan ezberleyeceği bir anlatı paketi değildir. Öğrenci ders sonrasında eskiye oranla değişmiş, başkalaşmıştır. “(52)
O halde Eğitim sahip olunan araçlar ve olmak ilkesi arasında bir köprü olmalıdır.
Geçmiş ve gelecek arasında köprü olmalıdır.
Doğan Cüceloğlu’na referansla, insanın içsel çocuğu ve anne babası arasında köprü olmalıdır.
Daniel J. Siegel’e referansla, insanın sağ ve sol beyni arasında köprü olmalıdır.
“Ruhu karanlıktan aydınlığa çevirme, yani gerçek varlığa yükseltme işi bu. Bizim gerçek felsefe dediğimiz de budur işte.” Der Platon Devlet kitabında. (189)
İnsanın üst ve alt benliği arasında köprü olmalıdır. (Platon, 117)
İnsanın bedeni ve ruhu arasında köprü olmalıdır. Ruhta olanın eylemle sindirilmesi gereklidir. Kelimeleri ve tecrübeyi bedende hissetmek gereklidir. Kelimeler şu anki tecrübenizi aktarmaz. Masallar, semboller, yaşamsal tecrübeler ve oyunlara ihtiyaç vardır.
Aristo Nikomakhos’a Etik’te der ki “mutluluk us ile uyumlu ruhun hareketidir.” Buna göre, eğitim Aklımız ve kalbimiz arasında bir köprü kurmalıdır.
Bilimsel olan ve edebi olan arasında köprü olmalıdır. Otto Rank’in bahsettiği “artistik bilinç” ve rasyonel benlik arasında bir köprü olmalıdır.
Eğitim insan ve insan arasında köprü olmalıdır.
Ficino’ya göre “felsefe anlakalır dünyaya doğru yavaş yavaş yükselmeyi içeren bilinmeyene doğru bir dönüşümdür”.
Eğitim işte bu bilinen ile bilinmeyen arasındaki o gizemli köprüyü yeniden kurmaktır.
Köprüyü içsel bir patikaya dönüştürmek ve mikrokozmos insanın, makrokozmos evrenle arasındaki bağı yeniden keşfetmesine aracı olmaktır.
KAYNAKÇA:
Aristoteles. Nikomakhos’a Etik
Cogito sayı 108, 2022
Cüceloğlu, Doğan. İçimizdeki Çocuk
Daniel J. Siegel ve Tina Payne Bryson. Bütün Beyinli Çocuk
Fromm, Erich. Sahip Olmak ya da Olmak.
Jana Mohr Lone ve Michael D. Burroughs, Eğitimde Felsefe
Platon, Devlet, İş Bankası yayınları
Schwards, Fernand. Rönesans’ın Ruhu
Bilim ve Felsefe
Konuşmacı: Ahmet Dildan
Filolojik olarak ‘’Bilim’’ (Science) kelimesi, bir şeye yönelmek, bilmek anlamına gelen Latince ‘’scire’’ kelimesinden gelir. Bu nedenle bilim, bilmek için bir şeye yönelen insan bilincinin bir etkinliğidir. Eski Yunanca’da bilim, aynı zamanda bir şeyi iyi bilmek anlamına gelen ‘’epistemai’’ fiilinden gelen ‘’episteme’’ olarak adlandırılır.
Felsefe kelimesi hepinizin bildiği gibi Phileo Sophia’dan geliyor. Phileo Sophia bilgiden daha farklı olarak bilgelik aşkını temsil ediyor. Bilgeliğe yakınlaşmak, bilgeliğe ilgi duymak ve bilgeliğe adım atmak. Bilmeyi istemek. Bu noktada biz bilim ile felsefe arasında gerçekten bir amaç ve her ikisinde bilgi ve bilgeliğe yaklaşım ihtiyacı var. Gerçeği bulmak, gerçeği araştırmak ve bunun temel ortak noktasını oluşturuyor. Peki, hep derslerimizde de söylüyoruz ‘’Gerçek nedir?’’ Gerçek kime göre gerçek? Çok değişken tanımlar olabilir. Gerçeği şu şekilde düşünebiliriz esasında, Matrix filminde Neo bir simülasyonun içine sokulmuştur ve o ilk defa simülasyonun içine girmiştir. Ve orada bir koltuğa dokunur, ‘’Bu gerçek mi?’’ diye Morpheus’a sorar. Morpheus da ona ‘’Gerçek nedir?’’ diye yanıt verir. Gerçek işte dokunabildiğin, gördüğün, tadabildiğin şeylerin sinir sisteminde oluşturduğu frekanslardır. Zaten Matrix böyle bir şeydir. Yani bu zihne yerleştirilmiş elektrik sinyallerinden başka bir şey değildir.
Yine seminerlerimizden de hatırlayacağımız gibi gölge oyunlarından bahsettiğimiz, gerçekten karşılaştığımız şeylerden bir tanesi de gölge oyunları, mağaradaki gölge oyunları. Burada farklı farklı gerçeklikler görüyoruz. Gerçekliğin tabakaları, gerçekliğin katmanları var. Bilim bunun bir noktasında ve felsefe de buna başka bir noktada eşlik edebiliyor. Şimdi orada hatırlarsınız elleri ayakları zincirlere bağlanmış insanlar ‘’gölgeler’’ oyununu seyrediyordu ve o noktada tek gerçeklikleri esasında bu simülasyondu. Gölgeleri gerçek zannederek bütün hayatlarını geçiyorlardı. Onun ötesinde ise bu gölge oyununu oynatan bir gölge oyuncuları vardı ki, burada ortaya çıkan diyelim ki ağaç, kuş ve insan gibi varlıların maketleri bulunuyordu. Ve o maketlerle karşıya gölge oyunları oynatıyorlardı. Bir gerçeklik daha var ki, esasında bu maketlerin de aslının olduğu, mağaranın dışına çıktığında kişinin görebileceği işte kuşun, güneşin ağacın ve insanın gerçekten fark edeceği bir gerçeklik. O yüzden burada felsefe ile ikisini biz birbirinden ayırıyoruz. Yani gerçekle hakikat. Gerçeği araştırmak hakikatin ilk adımlarıdır. Merak etmek hakikatin ilk adımlarıdır. Ama bunun ne olduğu gerçekten beyne ulaşan bir sinyal olduğu ve bu gölgeye ait olan bir şey. Ve bu çok değişkenlik gösteriyor. Her insan kendi zihninde bir ilüzyon yaratabilir. Dolayısıyla bunun bir şekilde onanması ve ortak şekilde bir araya getirilmesi gerekiyor ki bilim gerçekten bunu üstleniyor. Çok defalar test ederek çok defalar deneyerek esasında bizim bu gördüğümüz şeylerin özünde ne olduğu ile ilgili bize malumatlar bize daha kalıcı ve daha zamansız bilgiler veriyor. Esasında gölgelerin nedeni var, nedir? İşe gölgeyi oynatan kişilerin ortaya koyduğu cisimler. Gölge oyuncularının kullandığı aletler. Bu bir gerçekliktir. Doğanın yasaları bir gerçekliktir. Ama doğanın yasalarının neyden kaynaklanmış olduğu, işte yasa dediğimiz, adalet dediğimiz, gerçeklik dediğimiz işte zamansız ve evrensel dediğimiz şeylerin neyden kaynaklanmış olduğu konusu çok da elle tutulur beş duyuyla açıklanabilir bir şey olmamış oluyor. Dolayısıyla burada felsefe devreye giriyor. Gerçekten şu sözlere bakarsak ‘Bilim sadece karbon atomunun kaç tane elektronu olduğu? Kanın vücutta hangi şekilde dolaştığı? Onun dışında işte dünya ile ayın arasındaki mesafenin ne olduğunu araştırmakla yetinmeyin diyor. Bunların karbon atomunun neyini, kanın neden var olduğunu ve ay ile dünya arasında mesafenin ardındaki gizemleri bize açıklamalı ve bu gizemlere doğru bizi yaklaştırmalıdır. İşte burada bilimin felsefe ile el ele tutuşması gerektiğini ve bir köprü oluşturması gerektiğinin farkına varıyoruz. Nedenlerin gerçekliğin bir boyutunun ardındaki bir boyuta doğru bizim bir adım atmamıza vesile oluyor. Şimdi, tarih içinde bu ilişkinin bir arada olduğu ve birbirinden uzaklaştığı zamanları biz görebiliyoruz. Bir arada olduğu zamanlar felsefe ve bilimin el ele vermiş olduğu zamanlar var. Ve ayrıştığı, birbirine düşman olduğu; birbirini engellediği zamanlar var. Biraz da ortaçağı, batıdaki ortaçağı doğudaki Bizans dönemini düşünebiliriz.
Ama işte Arap aydınlanmasına baktığımızda işte Sokrates öncesi filozofların araştırmalarına baktığımızda veya İskenderiye okulundaki bilimsel araştırmalara baktığımızda Rönesans dönemi ve daha sonraki dönemdeki çalışmalara baktığımızda esasında bir uyum yakalamaya çalışmışlar. Felsefe ve bilimi birleştirmişler. Kepler sadece gezegenler arasındaki mesafeyi ölçmemiş, Newton sadece mekanik yasaları ortaya koymamış bunun özündeki nedenleri araştırmak için çalışmalar yapmış. Sadece mekanik ve şeylerin ne olduğu ile ilgili bir ilim yavaş yavaş sarsılıyor ve felsefe ile işbirliği yapmaya başlıyor. Burada kuantum mekaniği görüyoruz, şeylerin arasındaki bağlantıyı ortaya koyan teoremi görüyoruz. Bunlarla birlikte her şeyin hesaplanabilir, her şeyin elle tutulur gözle görülür olduğu ve nedenlerin biraz daha ötesine geçmeye ve felsefi sorgulamalar yapmaya başladık. Biz buna zamansız felsefe diyoruz. Bunun adı da yavaş yavaş duyulmaya başladı. Ve önümüzdeki yüzyıllarda felsefe ve bilim iş birliği yapıyor olacak. Zamansız felsefenin ve zamansız bilimin beş temel kuralıyla konuşmamı tamamlamak istiyorum. Zamansız bilim nelere yol açacak? Esasında şundan bahsediyor zamansız bilim, yani felsefe ve bilimin bir köprü oluşturduğu, el ele tutuştuğu noktada şundan bahsediyor;
-
Büyük boyutta olan şeyin en küçük boyutta da olduğu. Küçük boyutta olan şeyin en büyük boyutta da olduğu. Kornografik ve bütünsel bir evren olduğunu ortaya koyuyor. Yani yukarıdaki ne ise aşağıdaki de odur.
-
Aynı zamanda diyor ki; evren, doğa ve gözlemlediğimiz her şey yaşamın bütününü oluşturduğumuz her şey canlıdır. Canlıdır ve bir hayatiyete sahiptir. Bir yerden bir yere doğru bir nedensellik içinde hareket ediyordur. Ve bir boşluğu tamamlıyordur.
-
Üçüncü olarak; İnsan sadece deneme ve yanılma yöntemiyle, hesap kitap yöntemiyle değil, ‘’imajinasyon’’ yaratıcı imgelem yoluyla bu hayatiyetin, bu varlığın, bu ilimin bu nedenselliğin içine katılır ve çok daha ötesini hayal edebilir. Yani büyük resmin, küçüğün içine bakarak detayları görerek büyük resmi hayal edebilir ve adım atabilir ve ona yaklaşabilir. Onun dışında şundan bahsediyor; bilim adımının bilim aracılığıyla esasında dönüşmesinden, bilgeliğe doğru yaklaşmasından ve aydınlanmasından bahsediyor. Yani gerçek bilimi sanal bilimden ayıracak olan şey, felsefe ile el ele tutuşmuş olan bilimi ondan ayıracak olan şey bilim adamının yavaş yavaş bilgi dolu olmasından bilgeliğe doğru yönünün ve kalbinin açılmasını söyleyebiliriz.