Yakınmamak
“İnsanları üzen şey eşyalar ve olaylar değildir, bunlar hakkında sahip oldukları düşüncelerdir”
Stoacı filozof Epiktetos, yaklaşık iki bin yıl önce bize hediye ettiği bu fikirle insanı üzen, endişelendiren, onun yakınmasına neden olan fikirlerin dışsal koşullardan ziyade kişinin kendi içsel ve bilişsel sürecinin bir sonucu olduğuna işaret eder.
Yaşamımızdaki bazı olaylar hoşumuza gider, bazıları ise hoşumuza gitmez. Bazılarına “ne iyi oldu” derken, bazılarına “kötü” deriz. Bu, doğaldır ve bize doğadaki kutupluluk ilkesini hatırlatır. Her zaman gündüzü, güneşli güzel bir günü yaşamayız, geceyi ve karanlığı da yaşarız. Her zaman sağlıklı olamayız, hastalığı da tecrübe ederiz. “Doğanın gecesi de vardır, gündüzü de” der filozof Seneca. O hâlde geceyi yaşarken ve bu oldukça doğal bir durumken neden bu durumdan yakınırız? Ve bu durumu nasıl karşılamak gerekir?
Hayatın içinde her insanın olaylara belli bir etki etme alanı ve gücü bulunur. Birçok filozofun bize işaret ettiği gibi şunu kendimize sormak önemlidir: “elimde olan şeyler ve olmayan şeyler nelerdir?” Elimizde olmayanlar için üzülmek, yakınmak, sürekli şikâyet etmek yerine belki de elimizde olanlar ve imkânlarımızı kullanmaya odaklanmak gerekir. Olan şeylerden şikâyet etme, yakınma tavrı bir alışkanlığa dönüştüğünde, karakterimizin bir parçası hâline geldiğinde işler daha da zorlaşır. Etrafımızdaki iyiyi, güzeli, fırsatları göremez hâle geliriz. Hepimiz daha adil, objektif, yapıcı ve gerçekçi bir bakış açısına ihtiyaç duyarız. Peki, yakınmak yerine neler yapabiliriz?
-Krizin içindeki fırsatı görmek… Hoşumuza gitmeyen, bizi zorlayan şeyler yaşadığımızda bunu bir büyüme, olgunlaşma basamağı gibi görebilir, deneyim kazanabiliriz. Böylece sonraki sefer benzer bir şey olduğunda -ki büyük ihtimalle benzer bir durumu yine yaşarız- artık pratik bir bilgiye sahip olduğumuzdan bunu daha güçlü bir tavırla karşılamak mümkündür. Zorluklar, hayatın ve büyük resmin içindeki parçalardır. Onlar olmasaydı belki de resmin tamamının bir anlamı olmazdı. Bu nedenle krizler, zor durumlar ve insanlarla karşılaşmaya hazırlıklı olmak önemlidir. Bu bir deneyimdir ve deneyim, insanı içsel olarak büyüten şeydir.
-Sahip olmadıklarımıza değil sahip olduklarımıza odaklanmak. Her birimizin sahip olduğu imkânlar, araçlar, yetenekler ve eğilimler bulunuyor. Bunların değerini bilmek ve onlara sahip olduğumuz için şükran duymak önemli bir farkındalıktır. Yakındığınız konulara veya durumlara dikkat ettiğinizde, aslında bunların büyük bir bölümünün elinizde olmayanlara odaklanma tavrından kaynaklandığını görebilirsiniz.

-Kendimizi ve diğerlerini yargılamamak… Yargılamak, çoğunlukla yıkıcı bir tavırdır. Anlayamadığımız, sevmediğimiz şeyleri veya kişileri çabucak yargılama, etiketleme, suçlama eğiliminde olur, şikâyet ederiz. Anlamak için ise sevmeye çalışabilir, empati ile yaklaşmayı deneyebiliriz. Hayatta herkesin bir hikâyesinin, bir yaşam örgüsünün olduğunu, o hikâyenin içerisinde ne tür zorluklar olduğunu bilemediğimiz gerçeğini anımsamak bize yol gösterir. Hikâyenin tamamını bilmeden acımasızca, yıkıcı bir biçimde eleştirmek yerine kendimizden başlayarak çevremizdeki tüm insanlara, doğadaki tüm varlıklara şefkat, sevgi ve hoşgörü ile yaklaşmak birçok şeyi iyileştirebilir.
-Zaman ve enerjiyi boşa harcamamak. “Memento mori” Latince deyimi, “ölümlü olduğunu hatırla” anlamına gelir, bize insanın hayatta kısıtlı bir zaman ve enerjisi olduğunu anlatır. Bunu bilsek de aslında zaman ve enerjimizi çalan hırsızlara bazen izin veririz. Sıklıkla bir şeylerden yakınmak, bizim zamanımızı ve enerjimizi çalar! Oysa enerji ve zamanı doğru amaçlar için etkin bir biçimde kanalize etmek mümkündür. Konfüçyüs’ün bu konudaki sözü oldukça pratik bir tavsiyedir: “Karanlığa lanet edeceğine bir mum da sen yak.”
-Düşünceye dalmamak, eyleme geçmek. Zihin, içine giren her tür fikri alır, tekrarlar. Ve bu süreç bazen oldukça yorucudur. Düşünün ki zihninizde olumsuz, kaygılı bir fikir var. Günün her saatinde kendini size gösteriyor ve sonunda sizi ele geçiriyor! Belki zihninizdeki bu görüntü gerçek bile değil, hatta hiç gerçekleşmeyecek bile… Zihinde sürekli dönüp duran, takılı kalan, bir türlü gerçekleşmeyen ve eyleme dökülmeyen yüzlerce fikrin oluşturduğu sis ve bulut, kişide bir ağırlık yaratır. Bu zihinsel ağırlık ve yakınmalar dizisi yerine, iyi ve faydalı olan fikirleri seçmek, ayırt etmek, onları eyleme geçirmek ve tecrübeyle güçlenmeyi seçebiliriz.
-Erdemleri pratik etmek… Erdemler ve değerler, insanın sahip olduğu gerçek bir hazinedir. Hayattaki değerler sisteminizi ve hareket biçiminizi belirleyen yaşam ilkelerini gözden geçirmek önemli bir ipucudur. Nasıl ki omurgamız bedenimizi ayakta dik bir şekilde tutuyorsa, erdemler ve insani değerler de bizi hayatın zorluklarına karşı dik ve ayakta tutan unsurlardır. Cesaret, irade, hoşgörü, sabır, azim, kararlılık, sevgi, nezaket… Bu erdemlerin her biri birer güçtür ve eğer onların içimizde büyümesine izin verirsek, onları uygularsak, ödül beklemeden çabayla uygularsak onlar zor anlarımızda bize destek olurlar. Yakınmamıza neden olan olaylar karşısında erdemlerden, değerler sistemimizden, felsefi öğretilerden destek alabiliriz.
-“Olayların istediğin gibi olmasını isteme, nasıl oluyorlarsa öyle olmalarını iste. Böylece mutlu olursun” Epiktetos. İşte bir önemli nokta daha! Başımıza gelen ve “kötü” diye adlandırdığımız olayların bir zaman geçtikten sonra aslında o kadar da korkunç olmadığını, bize çok şey öğrettiğini tecrübe etmişizdir. Eğer “kötü” şeklinde etiketlemek yerine, olmuş olanı kabul edip bundan nasıl bir öğreti, bir mesaj çıkarabileceğimize odaklanırsak yakınmanın yerini maceralı, canlı, öğretici bir hayat yolculuğu alabilir.
Bizi zorlayan, yakınmamıza neden olan durumlar karşısında her zaman içimizdeki erdemli, sağduyulu, bilgece sesleri duyabilmek ve bu fikirleri uygulayabilmek dileğiyle…
Çiğdem ZÜLFİKAR