Gerçeği ( Hakikati ) Aramak
TDK sözlüğü gerçeği; el ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan olarak tanımlar.
Tarih boyunca filozofların, bilgelerin, sufilerin ya da ne isim verirsek verelim insanlığın tüm arayıcılarının hayatlarını adayarak araştırdıkları ve ulaşmak istedikleri ‘gerçek’ günlük hayatımıza yerleşmiş gerçek değildir.
Gerçeği Aramak; şeylerin sebeplerini, onları hareket ettiren motorları aramaktır. Evrensel Yasayı, değişmez olanı ve tüm değişimlerin ötesindeki ‘bir’ olanı aramaktır.
‘Gerçeği aramak, arzulananı aramak değildir.’ der Albert Camus. Geçici ve değişken olan; gördüklerimiz, duyduklarımız, yani duyu organlarımızla algıladıklarımız, istediklerimiz ve arzuladıklarımız gerçek ya da gerçeği aramak değildir. Hatta buna bugün bilimsel ve ispatlanmış dediğimiz bilgiler de dâhildir. Çünkü biz biliyoruz ki; tarih önceki bilgileri sona erdiren keşiflerle doludur.
Gerçeği aramak, bir durak, bir varış değil; süreçtir, yaşam boyu süren araştırmadır. O bilinmeyen ama bulunmak istenen gerçeğe, yaşam boyu sadakat ve bağlılık gerekir. Bu süreçte keşfedilenlerle uyumlu bir yaşam, hizmet ve eylem de olmalıdır.
Farklı dönemlerde, farklı coğrafyalarda aynı şekilde adlandırılmayan Gerçeğin arayıcıları, içten ve hesapsız bir şekilde bulduklarını, yöntemlerini, engelleri ve bu engellerin nasıl aşılacağını insanlıkla paylaşmışlardır.
Genellikle gerçeği aramayı yol ve bizleri de yolcu olarak tanımlanmışlardır.
En iyi örneklerden biri Platon’un Mağara Mitosu’dur. Gerçeği, bu mitos gerçeği arama yolculuğunu, yolcuyu ve bu yoldaki engelleri alegorik olarak anlatan bir hikâyedir.
Bu mağarada arkalarında olan şeyleri göremeyecek şekilde ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş tutsaklar vardır. Arkalarında, üzerlerine yansıyan bir ateş ve önlerinde hayatları boyunca görecekleri bir duvar vardır. Tutsaklar, konuşarak ya da sessiz bir şekilde, çeşitli nesneler taşıyarak duvarın önünden geçmektedirler. Bu tutsakların tek bildiği gerçek, mağaranın duvarı üzerine yansıtılan gölgelerdir çünkü hayatları boyunca gölgeden başka bir şey görmemişlerdir. Renkler, objeler, dışarısı, güneş bunlarla ilgili hiçbir bilgiye sahip değillerdir hatta dışarıdan gelen sesler bile o gölgeler sayesinde duyurulacak yani duydukları seslerin bile gölgeden geldiğini zannedeceklerdir. Onlara göre tek gerçek o gölgeler olacaktır. Şimdi bu tutsaklardan birisi özgür bırakılsa ve arkasına dönmeye zorlansa, ilk anda gözleri kamaşacak ve yeniden geri dönmeye çalışacaktır. Güneş ışığına ulaşana kadar dik ve girintili çıkıntılı yoldan tırmanmaya kalkışırsa, ışık giderek artacak ve dışarı çıktığında gözleri hiç bir şeyi seçemeyecektir. Ancak alışmaya başlayacak ve yavaş yavaş gölgeleri, daha sonra suya yansıtılmış görüntüleri, daha sonra nesneleri, göksel cisimleri, gökyüzünü, güneşi görecektir. Her şeyi, mağaranın bir yalan olduğunu anlayacaktır. Güneşte mağaranın sebebini bulacaktır ve ardından tutsak bulunan arkadaşları için gerçekten üzüntü duyacaktır.
Ancak mağaraya geri dönerse, bu gerçeği anlatmaya çalışırsa hiç mağaradan dışarı çıkmamış olanlar anlayabilirler mi? Hayatları boyunca hiçbir renk görmemiş tutsaklar maviyi, yeşili, kırmızıyı anlayabilirler mi? Maalesef hayır. Ayrıca mağaraya dönerken yeniden karanlığa alışması epeyce uzun zaman alacaktır ve bunu gören tutsak arkadaşları, onun görme duyusunu kaybettiğini ve o çıkışın çaba göstermeye değer olmadığını söyleyeceklerdir. Tutsakları özgür bırakmaya ve ışığa doğru yöneltmeye kalkışan herkes de, bunun sonucu olarak onlar tarafından öldürülecektir.
Bu alegorik hikâyede mağara dünyayı yani maddeyi, güneş mutlak gerçeği temsil eder. Tutsaklar dünyadaki insanları, tırmanan tutsak ise Göksel Dünyaya doğru kendisini yükselten ruhu yani yolcuyu temsil eder.
Şu açıktır ki; biz madde aracılığı ile madde olmayanı yorumlamaya çalışıyoruz yani obje aracılığı ile güneşin yansımasını mağara içinde anlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla edinebildiğimiz hiçbir bilgi, mutlak gerçeği temsil etmiyor.
Gerçek için, Platon’un ifade ettiği gibi mağaranın dışına çıkmak gerekir. Ama yol dik, girintili çıkıntılı zorlu bir yoldur ve ışık gözlerimizi kamaştırabilir. Uzun, tehlikeli ve zorlu bir yolculuktur. Bu nedenle Platon ‘Yolcu yola gözleri ışığa alıştıra alıştıra çıkarılmalıdır’ der. Rehberi, yol göstereni, hocası olmalıdır. Mağaranın dışına çıktıktan sonra bütünün iyiliği için, Bir için mağaraya dönmeli ve hizmet etmeli ve tutsaklarla birlikte tekrar dışarı çıkmalıdır.

‘Can konağını aramadaysan, cansın;
Bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin,
Bir damla su arıyorsan susun,
Zulmün peşindeysen zalimsin,
Aşkı arıyorsan âşıksın,
Gönlün neye kapılmışsa o’sun sen.
Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir:
Neyi arıyorsan o’sun sen.’
Mevlâna
Dünyada insanın temel hünerinin anlamı aramak olduğunu kavramalı ve geçiciliğin hâkim olduğu bu dünyada, bitmeyen arayış ile biz (insan) araya girdiğimiz sürece her şeyin anlamsız olduğunu fark etmeliyiz. Yaşamın nihai anlamını kavramalı, kozmik şemada kendi yazgımızı bulmalı ve sonunda; ‘Gerçeğe’ ulaşmalıyız.
Zeliha ÇETİNKAYA